NUMARALI
HADİS-İ ŞERİF:
154 - (2371) وحدثني
أبو الطاهر.
أخبرنا
عبدالله بن
وهب. أخبرني
جرير بن حازم
عن أيوب
السختياني،
عن محمد بن
سيرين، عن أبي
هريرة؛
أن
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم قال "لم
يكذب إبراهيم
النبي، عليه
السلام، قط
إلا ثلاث
كذبات. ثنتين
في ذات الله.
قوله: إني
سقيم. وقوله:
بل فعله
كبيرهم هذا.
وواحدة في شأن
سارة. فإنه
قدم أرض جبار
ومعه سارة.
وكانت أحسن
الناس. فقال
لها: إن هذا الجبار،
إن لا يعلم
أنك امرأتي،
يغلبني عليك.
فإن سأل
فأخبريه أنك
أختي. فإنك أختي
في الإسلام.
فإني لا أعلم
في الأرض
مسلما غيري
وغيرك. فلما
دخل أرضه رآها
بعض أهل الجبار.
أتاه فقال له:
لقد قدم أرضك
امرأة لا
ينبغي لها أن
تكون إلا لك.
فأرسل إليها
فأتى بها.
فقام إبراهيم
عليه السلام
إلى الصلاة.
فلما دخلت عليه
لم يتمالك أن
بسط يده
إليها. فقبضت
يده قبضة
شديدة. فقال
لها: ادعي
الله أن يطلق
يدي ولا أضرك.
ففعلت. فعاد.
فقبضت أشد من
القبضة
الأولى. فقال
لها مثل ذلك.
ففعلت. فعاد.
فقبضت أشد من
القبضتين
الأوليين.
فقال: ادعي
الله أن يطلق
يدي. فلك الله
أن لا أضرك.
ففعلت. وأطلقت
يده. ودعا
الذي جاء بها
فقال له: إنك
إنما أتيتني
بشيطان. ولم
تأتني بإنسان.
فأخرجها من
أرضي، وأعطها
هاجر.
قال فأقبلت
تمشي. فلما
رآها إبراهيم
عليه السلام
انصرف. فقال
لها: مهيم؟
قالت: خيرا. كف
الله يد
الفاجر. وأخدم
خادما.
قال أبو
هريرة: فتلك
أمكم يا بني
ماء السماء.
[ش
(لم يكذب
إبراهيم) قال
المازري: أما
الكذب فيما
طريقه البلاغ عن
الله تعالى،
فالأنبياء
معصومون منه.
سواء كثيره
وقليله. وأما
ما لا يتعلق
بالبلاغ ويعد من
الصغائر،
كالكذبة
الواحدة في
حقير من أمور
الدنيا، ففي
إمكان وقوعه
منهم وعصمتهم
منه القولان
المشهوران
للسلف والخلف.
قال القاضي
عياض: الصحيح
أن الكذب فيما
يتعلق
بالبلاغ لا
يتصور وقوعه
منهم. سواء
جوزنا وقوع
الصغائر منهم
أم لا. وسواء
قل الكذب أم
كثر. لأن منصب
النبوة يرتفع
عنه. وتجويزه
يرفع الوثوق
بأقوالهم.
(ثنتين في ذات
الله) معناه
أن الكذبات
المذكورة
إنما هي
بالنسبة إلى
فهم المخاطب
والسامع. وأما
في نفس الأمر
فليست كذبا
مذموما.
لوجهين:
أحدهما أنه
وري بها. فقال
في سارة: أختي
في الإسلام.
وهو صحيح في
باطن الأمر.
والوجه
الثاني أنه لو
كان كذبا، لا
تورية فيه، لكان
جائزا في دفع
الظالمين.
فنبه النبي
صلى الله عليه
وسلم على أن
هذه الكذبات
ليست داخلة في
مطلق الكذب
المذموم. (فلك
الله) أي شاهد
وضامن أن لا
أضرك. قال
الطيبي:
الرواية فيه
بالنصب لا
يجوز غيره.
وهو قسم. (مهيم)
أي ما شأنك
وما أخبرك.
(وأخدم خادما)
أي وهبني
خادما وهي
هاجر. ويقال:
آجر. والخادم
يقع على الذكر
والأنثى. (يا
بني ماء
السماء) قال
كثيرون:
المراد ببني
ماء السماء،
العرب كلهم.
لخلوص نسبهم
وصفائه. وقيل:
لأن أكثرهم
أصحاب مواشي،
وعيشهم من
المرعى
والخصب وما
ينبت بماء
السماء. وقال
القاضي:
الأظهر عندي
أن المراد
بذلك الأنصار
خاصة ونسبتهم
إلى جدهم عامر
بن حارثة بن
امرئ القيس بن
ثعلبة بن مازن
بن الأزد.
وكان يعرف
بماء السماء.
وهو المشهور
بذلك.
والأنصار
كلهم من ولد
حارثة بن
ثعلبة بن عمرو
بن عامر
المذكور].
{154}
Bana Ebû't-Tahir rivayet
etti. (Dediki): Bize Abdullah b. Vehb haber verdi. (Dediki): Bana Cerîr b.
Hâzım Eyyûb'u Sahtiyanî'den, o da Muhammed b. Sîrîn'den, o da Ebû Hureyre'den
naklen haber verdiki,
Resûlullah (Sallallahu
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuşlar:
«Nebi ibrahim
(Aleyhisselam) üç yalandan başka hiç yalan söylememiştir. (Bunların) ikisi
Allah'ın zâtına aiddir. Biri ben gerçekten hastayım; diğeri belki bu işi
büyükleri olan şu put yapmıştır, demesidir. Bir tanesi de Sâro hakkındadır.
İbrahim yanında Sere olduğu halde bir cebbarın memleketine gelmişti. Sâre
insanların en güzeli idi. İbrahim ona: Bu cebbar senin benim karım olduğunu
bilirse, senin için bana galebe çalar. Binâenaleyh sana sorarsa kendinin kız
kardeşim olduğunu haber ver. Çünkü sen İslâm'da benim kız kardeşimsin. Zira
yeryüzünde senle benden başka muslöman bilmiyorum, dedi. Vaktaki Cebbâr'ın
memleketine girdiler. Onun bir adamı Sâre'yi gördü. Ve Cebbar'a vararak :
Gerçekten senin memleketine öyle bir kadın geldi ki, bu kadının senden
başkasına âid olması yakışık olmaz, dedi. Cebbar hemen Sâre'ye adam göndererek
onu getirtti. İbrahim (Aleyhisselâm) namaza kalktı. Sâre, Cebbâr'ın yanına
girince Cebbar elini ona uzatmaktan kendini alamadı. Fakat eli şiddetli bir
şekilde yakalandı. Bunun üzerine Cebbar ona : Allah'a dua et de elimi salsın!
Sana bir zarar vermîyeçeğim, dedi. O da bunu yaptı. Fakat Cebbar saldırışını
tekrarladı. Ve eli ilk defakinden daha şiddetli şekilde yakalandı. Cebbar,
Sâre'ye deminkinin mislini söyledi. O da yaptı. Fakat Cebbar aynı hareketi
tekrarladı. Ve eli İlk İkiden daha şiddetli şekilde yakalandı. Artık Cebbar:
Allah'a duâ et, benim elimi salıversin. Allah şahidim olsun sana bir zarar
vermiyeceğim, dedi. O da bunu yaptı ve Cebbâr'ın eli salındı. (Bu sefer)
Cebbar, Sâre'yi getiren adamı çağırarak: Sen bana ancak bir şeytan getirmişsin,
bana insan getirmemişsin! Bunu hemen memleketimden çıkar. Haceri de ona ver!»
dedi.
Râce diyor ki: Sâre
yürüyerek döndü, geldi. İbrahim (Aleyhisselam) onun geldiğini görünce ona: Ne
haber? diye sordu. Sâre: Hayırdır, Allah facirin elini men etti. Bana da bir
hizmetçi İhsan etti, dedi.
Ebû Hureyre: «Ey gökyüzü
suyunun oğullan! İşte anneniz bu kadındır,» demiş.
İzah:
Bu hadîsi Buhârî «Nikâh»,
«Buyu'» ve «Enbiya» bahislerinde tahric etmiştir.
Ma'zirî diyor ki:
«Allah'dan gelen bir hükmü tebliğ hususunda yalan söylemekten bütün Nebiler
ma'sumdurlar. Bu husustaki yalanın azı çoğu müsavidir. Ama tebliğ kabilinden
olmayıp sıfatlardan sayılan dünya umuruna aid ufak bir yalanın vukuu mümkün
müdür, değil midir. Bu hususta selefle halefden İki meşhur kavil rivayet
olunmuştur.>
Kaadî İyad da şunları
söylemiştir : «Sahîh olan şudur ki: Tebliğe ait husûsatta Nebilerin yalan
söylemesi tasavvur olunamaz. Küçük günahları onlara caiz görelim, görmeyelim ve
keza söylenen yalan az olsun, çok olsun hüküm budur. Çünkü nübüvvet makamı
yalana tenezzül etmez. Yalanı caiz görmek Nebilerin sözlerine itimadı
kaldırır.>
Hz. İbrâhim'in Allah'ın
zatına ait söylediği iki yalanla Sâre hakkında söylediği, bir yalandan murad
hakikatte yalan değil, ancak muhatabın anlayışına nisbetle yalandır. Çünkü
îbrâhim (Aleyhisselâm) tevriye yapmış ve Sâre hakkında İslâm'da kız kardeşim,
demiştir. Zahiren tevriye olan bu sözün bâtını bir hakikattir. Çünkü bütün
müslümanlar birbirinin din kardeşidirler. Bu sözün tevriye değil de yalan
olduğunu kabul etsek zâlimin zulmünü def için yalan söylemek yine caizdir.,
Bütün fukaha ittifak
etmişlerdir ki, zâlimin biri gelerek bir kimseden evinde gizlediği şahsı
öldürmek için istese yahut elinde emanet buluna bir malı gasbetmeye çalışsa,
hâne sahibinin gizleyip inkâr etmesi vâcib olur. îşte bu caiz hattâ vâcib bir
yalandır. Zulmü def için meşru olmuştur. Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu
gibi zahiren yalan görünen şeylerin haram olan yalan da dahil olmadığına
tenbihde bulunmuştur.
Hz. îbrâhim'in Allah
Teâlâ'nın zatına ait yalanları yıldızlara bakıp: Ben hasta olacağım demesi ve
böylelikle küffarla birlikte onların bayramlarına iştirakden kurtulması, bir
de; bu işi koca put yapmıştır, demesidir. Halbuki küçük putları kendisi
kırmıştı. Sâre hakkındaki sözü dahi hakikatte Allah'ın zâtına aittir. Çünkü
zâlimi zinadan men etmek için söylenmiştir. Ancak bunda kâfir zâlim için bir
haz ve menfaat bulunduğundan ötekilerden ayrılmıştır.
Cebbar: Zâlim demektir.
Bununla kimin kastedildiği ihtilaflıdır. Bazılarına göre Mısır hükümdarı Amr b.
Îmrül-Kays 'dır. Bir takımları Ürdün hükümdarı Sâdût olduğunu, daha başkaları
Süfyân b. Arvan nâmmdaki Harran hükümdarı idiğini söylemişlerdir. Siyer
ulemâsının beyânına göre İbrahim (Aleyhisselam) bir müddet Şam'da kalmış, sonra
orada kıtlık zuhur ederek Hz. Sâre ile birlikte Mısır’a gitmiştir. Orada
fir'avn sülâlelerinin ilk hükümdarına tesadüf etmiş. Bu adam uzun zaman
yaşamış. Bir zâlim imiş. Hadîsin bir rivayetine göre zâlim ve cebbar Firavn
evvelâ Hz. ibrahim'e haber göndererek huzuruna celbetmiş. Ve ona bu kadının kim
olduğunu sormuş. Hz. îbrâhim kız kardeşi olduğunu söylemiş. Sonra Sâre'ye bunu
haber vererek, sorulursa onun da aynı şeyi söylemesini tenbih etmiştir.
Cebbâr'ın âdeti evli kadınlara tecavüzmüş. Hz. Sâre'yi huzuruna getirdiklerinde
hemen tecavüze yeltenmişse de eli şiddetle tutulmuş hattâ bir rivayette göğsüne
kadar olan kısmı kurumuştur. Bunu görünce Hz. Sâre 'den aman dilemiş,
kurtulması için Allah'a dua etmesini istemiş, bir daha tecavüze
yeltenmiyeceğine söz vermis Hz. Sâre de dua etmiş, neticede Firavn'ın eli eski
haline dönmüşse de zâlim Firavn verdiği sözü hemen unutarak tekrar tecavüze
kalkışmıştır. Bu üç defa tekerrür etmiş. Nihayet sözünde durmuş ve Hz. Sâre'nin
bir şeytan olduğu kanaatına vararak onu getireni çağırtmış ve Sâre'nin derhal
Mısır toprağından çıkarılmasını, kendisine Hâcer nammdaki hizmetçinin de hediye
edilmesini emretmiştir. Çünkü îslâmiyetten önce insanlar cin ve şeytan
meselesini son derece büyültür, görülen her hârikanın onlar tarafından
yapıldığına inanırlardı. Hz. Sâre'ye, Hâcer'i bağışlamasının sebebi, onun cin
olduğuna inanması ve zarar getirmesinden bu suretle kurtulmak istemesi olsa
gerektir.
Zâlim hakkında Hz.
Sâre'nin duası şu olmuştur: «Allahım! Bilirsin ki, Sana ve Resulüne iman etmiş
bir kimseyim. Namusumu da korumuşumdur. Binâenaleyh bu kâfiri bana musallat
kılma.»
Hz, Ebû Hureyre'nin:
«Ey gökyüzü suyunun oğulları» tâbirinden murad bütün Arablardır. Nesepleri saf
ve hâlis oldukları için onları safi semâ suyuna benzetmiş olması muhtemeldir.
Bazıları Arabların ekseriyetle hayvancılıkta ve gökyüzünden inen yağmurun
suladığı mera ve nebatlarla geçindikleri için bu tâbiri kullandığını
söylemişlerdir. Kaadî İyâd'a göre: Bu sözle Ebû Hureyre yalnız ensarı
kasdetmiştir. Çünkü onların uzak dedelerinden birinin İsmi yağmur suyu manâsına
gelen «Mâû's-Sema»'dır.